X
Hüsamettin URFALIER

Hüsamettin URFALIER

Kayseri, Köşe Yazısı, Hüsamettin Urfalıer, Yazar

Ülkemizin Kültür Mozaiği: Kayseri

Üzerinden bir ay kadar geçen büyük depremlerin ve halen artçılarıyla sarsılmakta olduğumuz daha küçük çaptaki depremler sebebiyle felaketin boyutu insani ve sosyal yönleriyle ortaya çıkmaya başlamış olduğundan depremin zihinlerimizde oluşturduğu yıkıcı etkilerden bir nebze olsun uzaklaşmak ve sevdalısı olduğum güzel şehrimiz Kayseri’mizi deprem bölgelerinden şehrimize göç eden afetzedelere de tanıtmak amacıyla bu yazı hazırlanmıştır.

1-Kronolojik Tarihçesi İtibariyle; Şehrimizin 25 Km. doğusundaki, Kültepe'den (Karum "Kara höyük ve Kaniş) ten çıkan çivi yazısı tabletler, buranın, M.Ö. 3500 yıl kadar önceki bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir.

Burada ilk önce Hitit, Asur ve Babillerin yaşadıkları görülmektedir. Buradan çıkarılan çivi yazısı tabletler ve seramik eserler, Anadolu’nun en eski tas tablet ve seramik eserleridir. Bilim adamlarına göre Anadolu’nun tarihi burada başlamıştır.

O dönemde Kayseri Kapadokya’nın başkentidir ve Mazaka diye adlandırılmıştır. Medler, Persler M.Ö. 37’den M.S. 1107’ye kadar Romalılar yönetiminde kalmıştır. M.S. 17de Romanın bir eyaleti durumuna gelen Kapadokya'nın son kralı Arhalaios buranın adını değiştirmiş "Kaesara” koymuştur. Pers döneminden sonra İ.Ö 380-1.S.17 yılları arasında Kapodokyanın Başşehridir. Roma İmparatoru Tiberius tarafından İ.S. 17 de kent zapt edilince adına Kayzer’in Kenti anlamına gelen "Caesarea" denmiştir. Kent, daha sonra Sasaniler, Godlar, Bizanslar İranlılar tarafından istilalara uğramıştır. M.S. 7.YY, da Emeviler kenti ele geçirmişlerdir.

M.S.XIII-YY’da kent Danişment oğullarından Melik Mehmet Gazi zamanında Türk'ün ve İslamın eline geçer. Daha önce, Roma (17-185), Bizans (396-1071) dönemlerini yaşarken dört kez, kısa sürelerde Arapların eline geçen kent 1074 yılında Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından fethedilmiştir. Şehir XII. ve XIII. ncü yüzyıllarda en görkemli devrini yaşamıştır.1135-1142 yılları arasında Danişmentlileri Niksar ve Eski Malatya'dan sonra üçüncü Başkenti olmuş, Eretna Devletinin de Sivas'tan sonra 1334-4380 yıllarındaki Kadı Burhaneddin Devletine bağlanmıştır.

1398 de ilk kez Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlıların, 1400 de Karamanoğullarının, 1419 da Memlukluların eline geçmiştir. Daha sonra Dulkadiroğullarına bırakılan Kayseri, 1436 da II. Murat tarafından yeniden Osmanlı topraklarına katılmıştır. Karaman Beylerbeyliğinin 7’nci sancağından biri, Tanzimat sonrasında da Ankara Eyaletinin 5’nci sancağından biri olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonrada il yapılmıştır.   

2-Coğrafi Konumu, Ekonomik vd. Kültürel Mirası İtibariyle; İlimiz Orta Anadolu bölgesinde, doğusunda Sivas ve Kahramanmaraş, batısında Niğde ve Nevşehir Kuzeyinde Yozgat, Güneyinde  Adana ile çevrilidir. Bölgede karasal iklim hakimdir. Erciyes dağı kente 20 Km. uzaklıkta 3916 mt yükseklikte volkanik bir dağ olup, Türkiye’nin kayak merkezleri arasında, kayak sporuna çok müsait ve pek çok sayıda kayak pistine sahip bir kayak merkezidir.

Şehrin sanayisi son derece gelişmiş olup, organize sanayi bölgeleri mevcuttur. Demiryolu ve karayolu ağının kavşak noktası olması sanayinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Mobilya ve tekstil sanayiinde, kapı üretiminde çok sayıda firmaya sahiptir. Türkiye’nin en büyük kuruluşlarına ev sahipliği yapmaktadır. Söz konusu firmalar mevcut olup üretimler hem yurt içinde tüketilmekte olup, hem de yurt dışına ihraç edilmektedir. El ve makina dokuması halıcığı çok gelişmiştir. Kayseri’nin pastırmadan sonra en önemli üretimi halıdır. Yahyalı ve Bünyan’da üretilen halı ve kilimler el emeği ürünüdür. Kayseri’de bulunan halı fabrikaları geleneksel el sanatlarının uzantısıdır.Hereke’den sonra Kayseri’de ipek halı dokumacılığı gelişmiş ve buradan diğer illerimize yayılmış olup, ipek halıların hemen hemen tamamı ihraç edilmekte ve bir kısmı da turizmin geliştiği il ve ilçelerde değerlendirilmektedir.

Cumhuriyetin ilanıyla 1926 yılında kurulan Tayyare Fabrikası, pamuklu dokuma fabrikası olan "Sümer Bez Fabrikası, Kayserinin sanayi ve ticarette gelişmesine vesile olmuştur. Bunları takip eden yıllarda; Anatamir Fabrikası 1929 yılında yapılan Bünyan hidroelektrik fabrikası, Yamula Barajı, Çamlıca hidroelektrik santrali, Kayseri Organize Sanayi Bölgesinde üretim yapan doğalgaz çevrim santrali Kayseri sanayisine büyük katkıda bulunmuştur.

Kayseri mobilyada bir dünya markasıdır. Elektrik ve elektronik sanayiinde gelişmiş; güç kablosu, fiber optik kablo, akü, pil, alüminyum iletken, elektronik bakır tel ve çeliktel üretimi yapılmaktadır. Birlik Mensucat Fabrikası, Orta Anadolu Mensucat Fabrikası, Şeker Fabrikası, Çelik Fabrikası gibi fabrikalar, 1973 yılında kurulan 1. Organize Sanayi Bölgesi Kayseri Sanayisi açısından önemli bir döküm noktası olmuştur.

Bugün Kayseri Organize Sanayi Bölgelerinde ve civarındaki sanayi tesislerinde çok sayıda istihdam söz konusudur. Kayseri; Tarım, Hayvancılık Ormancılık ve madencilik alanında önemli bir konuma sahiptir. 1957 yılında Şeker Fabrikasının faaliyete geçmesiyle üretim ve tarım konusunda önemli bir artış sağlanmıştır. Kayseri ve hayvancılık, mera hayvancılığı olarak yapılmakta iken 1970’lerden sonra besi hayvancılığı başlamıştır 1960’dan sonra et kombinası ve yem fabrikasının kurulmasıyla hayvancılık oldukça gelişmiştir.

Kayseri Lisesinin 1921 yılına ait mezuniyet defterinde yazılan; "Okulumuzun son sınıf öğrencilerinin tamamı Sakarya Meydan Savaşında şehit düştükleri için mezun verememiştir. Kayserililer için bir övünme vesile olmuş ve şehitlerini her an anmalarına imkân vermiştir. Bunun üzerine Kayseri Lisesinin bahçesine ‘’Atatürk ve Kayseri Lisesi Öğrencileri Anıtı’’ yapılmıştır. Dünyanın en eski Tıp Fakültesi (Gevher Nesibe Tıp Fakültesi) Kayseri’dedir. Şu anda Tıp Müzesi olarak kullanılmaktadır. Lisans ve lisansüstü eğitimde Abdullah Gül Üniversitesi, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi ve Kayseri Üniversitesi olmak üzere dört üniversite kurulmuştur.

Bir yandan da “Kayserilinin” sosyal ve kültürel yanına dokunalım; malum herhangi bir ülkenin veya bir yörenin tanıtımı yaparken; tarihini, coğrafyasını kültürlerini tanıtmak gerekir diye düşünüyorum. Kültür kelimesinin tanımlamasına geçerek bu konudaki bilgilerimizi de tazelemek istiyorum. Şöyle ki, Kültür kelimesi bilim insanları tarafından "İnsan zekâsının meydana getirmiş olduğu maddi ve manevi unsurlar olarak tanımlanmaktadır. Maddi ve manevi kültür olarak iki guruba ayrılmaktadır.

Maddi Kültür; metal, ahşap, cam, toprak vs. gibi maddelerde üretilen her şey örneğin; insanların yaşamlarımı idame ettirecek ve kolaylaştıracak; evler, iş yerleri aletler, araçlar, gereçler, makinalar, tüm teknolojik cihazlar vs. gibi unsurlardır.

Manevi Kültür ise insanların yaşamlarında alışa gelmiş oldukları, adetleri, ananeleri, örfleri gibi unsurlardır. Bu unsurları tanımlayacak olursak, dini inançları, dilleri, bayram törenleri, düğün törenleri ve kuralları, yemek çeşitleri (beslenmeleri), meslekleriyle ilgili öne çıkan adetleri (çiftçilik, hayvancılık vs. iş kollarında olduğu gibi), insani değerleri vb. unsurlardır.

Şimdi de Kayseri kültüründen küçük örnekler verelim; malum;Kayseri pastırmasıyla, sucuğuyla, Mantısıyla tanınmış bir iç Anadolu Şehridir. Mantı deyince akla Kayseri ve Kayserili gelir. Şüphesiz Türkiyemizin her yöresinde mantı yapılır ama bir başka olur Kayseri mantısı. Bu özelliği ile de dünya literatürüne “Kayseri Mantısı” diye girmiştir, mantı. Birkaç çeşidini sayacak olursak; Etli Mantı, Tepsi Mantısı, Pıravı Mantısı, Yağ Mantısı gibi isimlerle anılan birçok çeşidi vardır. İşte bu denli meşhur Kayseri Mantısı üzerine söylenmiş sözler ve yazılmış şiirlere sık rastlanır. Bende sizler için bunlardan birisine yer vermek istiyorum.

-MANTINAME-

(1)                                                                                 (2)

Seni yiyen doyduğunu bilmez ki                         Kıyma ile macun olur soğanı

Benim haftada bir kaygımsın mantı                    En makbulü ufak ufak olanı      

Bezisine çevirerek basılır                                  Kırk tanesi bir kaşığa dolanı

İnce nazik yufka gibi yassılır                           Duvakla örtülü gelinsin mantı

Hazırlanır köşe bucak kesilir                             Kimselerin değil benimsin mantı

Etli kıyma ile dolarsın mantı

Tahtayla köşeye konarsın mantı

( 3)                                                                            (4)                

Örtünün altında bekler bucakta                      Sana birde yayık yağı olursa

Suyun kaynar, kazan ile ocakta                      Misafirler bağdaş kurup otursa

Körpe bebek bağırıyor kucakta                     "Bana tahta kaşık” diye bağırsa

Kınalı parmakla dolarsın mantı                      Yoğurdun üstüne sumağı ekerim mantı

Pişmeden beklersen, solarsın mantı               Suyunu bağrıma dökerim mantı

(5)                                                                         (6)

Pasaklı kadının yenmez mantısı                         "Gelin mantım" desem, duvağın benzer

Pişmeden yapışır, üç, beş, altısı                         "Sarımsaklı yoğurt" üstünde gezer

Onları pişirince mahvoldun                                Senin ilk yiyenler canından bezer

Ustanı bulmazsan mahvoldun mantı                   Batmanınan suyu, içirin mantı

İnsanı kendinden geçirin mantı

(7)

Gadan alsın senin baklava, börek

Gurbanın olsun yağlama, çörek,

Ölmeden yüzünü bir daha görek,

İnan yemeklerin şahısın mantı,

"Yüzü çil, duvaklı ahusun mantı.

 

Kayserimiz, zirvesinden kar eksik olmayan heybetiyle tanınmış (3916 metre yüksekliğinde) Erciyes dağının eteklerindeki ve çevresindeki bağlarıyla da tanınmış güzel bir beldedir. Şair Arif Nihat Asya'nın (İstanbul, Süleymaniye Camiine) atfen söylediği gibi;

 

"Dağ parçası kubbeler, ufaktan, iriden,

Gel haşmeti gör, yandan ilerden, geriden,

Bir mucize devrinde, Sinan Erciyesi,

İstanbul’a dikmiş getirip Kayseri'den"

 

 

Erciyes dağına beslenen güzel duyguları tasvir eden bir şiire aşağıda yer veriyorum;

 

-GÖNÜL ERCİYESTE’dir-

(1)                                                                      (2)

Dağlarda bağ yapılsa, gönül Erciyes’tedir.           Cananı içdi ab-ı hayatında canımız,

Bağlarda aşk açılsa, gönül Erciyes’tedir.              Şirinde cama dolsa, gönül Erciyes’tedir.

Sözleşti goncasıyla, güneş yüklü gülşenin,          Biz yar-inur cemali bu yarlarda görmüşüz

Dallarda ay asılsa, güneş Erciyes’tedir.                Firdevse de çıkılsa, gönül Erciyes’tedir.

Biz böyle muhteşem gül-i beyzayı kokladık,         Biz şiire böyle dağ gibi, manzume almışız

Buy-i irem saçılsa, gönül Erciyes’tedir.                Şehnameler yazılsa, gönül Erciyes’tedir.

Feyz aldı ruhumuz, O berin zirveden bizim

Dünyanın arşı olsa, gönül Erciyes’tedir.

 

Bağcılık, yaz aylarındaki aşırı sıcakların etkisiyle çok gelişmiş, bundan, 40-50 yıl önceki bağcılıkla bu günkü bağcılık arasında çok farklılıklar meydana gelmiş. eskiden ulaşım zorluklarını ifade eden şiirler yazılmış, şarkılar söylenmiştir (Germir Bağları, Erkilet Güzeli vs gibi). İste o zorlukları ifade eden bir şiire aşağıda yer veriyorum.[1950-1960’lı yıllara kadar bağlara ulaşım kamyon kasalarında, at veya eşek ile yapılırmış. Boz eşek destanı da o yıllardaki bağcılar tarafından söylenerek günümüze kadar gelmiş.]

 

BOZ EŞEK DESTANI

(1)                                                                               (2)

Altı Saatte alır yolunu Talasın                            Kulakları benzer nali tekine

Ver uğruna mantı suyunu yalasın                      Binbir sinek iner kalkar süksünün köküne

Dürt boynuna her yerleri kanasın                      İnince bayırı çıkamaz dikine

Vay bununla tipilerde kalasın                            İlahi, eşek aç kurtlara kalasın

                              (3)                                                       (4)

Sırtında iken istemez silah                                 Üstüne binince istemez beşik,

La havli dersen bulursun felah                           Asla suratında yoktur yakışık,

Kafasına vurursan işlersin günah                       Gözleri çapaklı kulağı düşük

Dürt boynuna her yerleri kanasın                       Vay bununla tipilerde kalasın

                             (5)                                                   (6)

Arkadaşlar gitti bizden iradı                               Eve varınca arpada gözü

Yumuşak kuma yatmak bunun muradı                Kaldırıma çıkınca, sızılar dizi

Hırış huyu neyse, ille gavur inadı                       Yorulmuş, takati kalmamış özü

İlahi, eşek aç kurtlara kalasın                            İlahi, eşek aç kurtlara kalasın

                                                                      

   (7)

Bayıra gelince başlar ıralar

Yokuşa gelince gitmez, duralar

Size malum ola ey kör kargalar

Bizim eşek bugün intihal eyledi.

 

Benzeri şekilde o yıllardaki bağ yaşantısını heceler altında kalem altına alan başka bir şiir de şu şekildedir;

 

SEYGALAN BAĞI

(1)                                                                                    (2)

Kıvrım kıvrım yolları var                                   Gayri yeter, bu çileden usandım

Akrep, yılan dolu Fol’ları var                              Ata bindim Seygalana tırmandım

Çekemem kahrını Seygalan bağı                        Gidip gele gele takatsız kaldım

Bağ benim değil ki avradın bağı                         Çekemem kahrını Seygalan bağı

                  (3)                                                                          (4)

Bir bel aldım beş kuruşa kırıldı                                      Bağ benim değil ki satam

Bir katın aldım beş liraya yoruldu                                  Mahrumlarda iki üç hısımım yok ki yatam

Bu tecelli bana haktan verildi                                        Ne deyim ağlayım Seygalan bağı

Ne deyim ağlayım Seygalan bağı                                   Bağ benim değil ki avradın bağı

Bağ benim değil ki avradın bağı

 

(5)

Usandım, bıktım elinden Seygalan bağı

Kimseler beğenmez oldu yolundan, seni

Konu komşu kimseler yok ki oturan

Sat desende satamam avradın bağı.

 

Geriye dönüp baktığımızda hayat denilen bu yolculukta irili ufaklı pekçok badire atlatıyoruz. Günün sonunda bunlar bir şekilde bitiyor ve önce kendimizle sonra çevremizdeki insanlarla baş başa kalıyoruz. Sıkıntılı anların geçiciliğini aklımızdan çıkarmadan kendimizle ve çevremizle olan ilişkilerimize mutlu gözlerle bakabilmek temennisiyle.

PAYLAŞ

DİĞER YAZILARI

×