Hukuk, medeniyetin başladığı M.Ö.3000'lerde oluşmuş, Antik Mısırdan başlayarak sürekli olarak gelişmeye devam etmektedir. Ancak Mezopotamya Babil’de M.Ö. 1760’da meşhur Hammurabi Kanunlarından, antik Yunan’da M.Ö. 900’de antik Yunan hukukundan, antik Roma'da M.Ö. 450’de antik Roma Hukukundan çok daha eski bir tarihte M.Ö. 2375 yılında yazının mucidi olan dünyadaki ilk Hukuk Devleti olan Sümerler kodifikasyon hareketini gerçekleştirerek ilk kanunu oluşturmuşlardır.
Bereketli Hilal" olarak adlandırılan Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerlerde devlet çok güçlü, sosyo-ekonomik hayat müreffeh seviyedeydi. Bu nedenle devlet otoritesinin sağlanması ve bireye ait hakların devlet eliyle korunması ihtiyacı hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İlerleyen zamanda bu kuralları yazılı hale getirmenin şart olduğunu keşfetmişler, ticaret ve ceza kanunu başta olmak üzere sosyal hayatı düzenleyen pek çok önemli kanunu hayata geçirmişlerdi. M.Ö. 1975-1725 yılları arasında Asurlu koloniler tarafından Kayserimizdeki Kültepe-Kaniş Karum örenyerinde bir Mahkeme kurulmuş, burası özellikle dini mekân olarak tercih edilmiş, devlet otoritesinin kabul ettirilmesi için konulan kuralların ilahi emirler ve siyasi referanslarla harmanlanmış olmasına özen gösterilmişti.
Bu Mahkeme her türlü ihtilafı ele alıyor “alacak-verecek, miras, boşanma, mal paylaşımı, nafaka, tazminat, esir, köle, vade, faiz, alacak vereceklerin ve faizin hesaplanması” gibi tüm hususları ele alıp karara bağlanıyordu. Yine günümüzde olduğu gibi kişi avukat tutabiliyordu.
Böylece Koloni Çağı’nda dahi ihkak-ı hak suçunun (yani kişisel öc sisteminin bir kalıntısı olarak bizzat kuvvet kullanarak hakkı elde etme ve hakkın korunması yasağı) bulunduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Bu Mahkemelerde günümüzdeki gibi davalar açılıyor, şahit dinliyor, işler tutanak altına alıyor ve nihai karar çivi yazılı tabletlere kayıt altına alıyordu.
Tarihte bilinen ilk mahkeme kararı; Sümerlerin önemli şehirlerinden biri olan Nippur'da çivi yazısıyla oluşturulan bir tablette yer alan meşhur bir cinayeti konu edinmektedir. “Suskun kadın davası” olarak tarihe geçen bu davada katiller yargılanırken maktul kocanın eşi olan kadının cinayeti öğrendikten sonra suskun kalması yargılanmasına sebebiyet vermiş ancak kocanın kadına karşı olan vazifelerini yerine getirmediği gerekçesiyle kadının suskunluğu haklı bulunmuş, ceza almamıştır.
Tüm bu bahsettiklerimin temelini adaletle oluşturmakta olup, ben de tüm okuyucularımızın adalet ve barış dolu bir dünyada yaşamaları temennisinde bulunuyorum.